10 Kasım 2013 Pazar

Duyuların Görevi

Bediüzzaman Hazretleri 11. Sözde, insana verilen cihazların iki gorevinden bahsederken, bunlardan ilkinin 'Gerçek Nimet Verici' olan Allah'ın bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini hissedip şükür ve ibadetini etmek olduğunu söylüyor.
Bu cihazların maddi olanlarına duyularımız diyecek olursak, ve duyularımızla sadece helal şeyleri algılamaya iznimiz olduğunu da akılda tutarak, insanın bütün helal şeylerden tatma mesabesinde bile olsa istifade etmesi ancak bunu da şükür amaçlı yapması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Demek ki, maymun iştahlılığa girmeden ve açgözlülük göstermeden, helal şeylere surat ekşitmemeli, ve onları en azından denemeliyiz. Bunu yaparken de maksadımız Rabbimizin bir başka nimetine şükretmek olmalı. 
Mesela, bir insan tropik meyveleri sevmese bile kendine ikram edildiğinde şükür maksatlı olarak tadına bakmalı ve bu kadar çeşidi bize sunan Rabbe şükretmelidir. 
Üstad bir de manevi cihazlara dair bir şey söylüyor ki onu da nasip olursa başka zaman ele alalım inşallah.  

6 Kasım 2013 Çarşamba

Anlamını Kaybeden Lafızlar

Lafızlar, yani söylenen ya da yazılan şeyler, anlamları taşıyan zarflar veya kutucuklardır. İçi boş kutunun bir değeri olmadığı gibi, kutulanmayan anlamların da paylaşılabilirliği söz konusu olmaz. O yüzden kelimelere büyük önem verilmiş, kelime hazinesi düşünme gücünün bir kıstası sayılmış, hatta bazı milletler dillerindeki kelime sayısıyla övünegelmişlerdir. 
Ne var ki, bazı kelimeler, zamanla taşıdıkları anlamları yitirmiş, bozulmasına engel olamamış ya da kendileri de kaybettikleri anlamlarla birlikte yok olup gitmişlerdir. Bunlar içinde en acı olanı ise sehl-i mümteni, ya da çok veciz olarak kullanılmış lafızların içine atıldığı durumdur. 
Zaman içinde ve farklı nedenlerle anlamdan mahrum kalmasına rağmen hala kullanımda olan öyle çok lafız vardır ki bunlardan bir kule yapılması mümkün olsa da anlamsızlık rüzgarıyla yıkılması işten bile değildir. Hatta bu aşırı derecede zayıflamış ancak güzel görünümlü kutucuklar, taşımaları gereken manaların yerini o denli almışlardır ki, onların içini tekrar doldurmaya kalkışanlar ya ciddi bir tepkiyle karşılaşır, veyahut o kelimelerin ne kadar istidat kaybına uğradığına şahit olup hayal kırıklığına uğrarlar.
Zamana bu ölçüde sürtünüp aşınmaya uğramayan yegane lafız, sadece lafz-ı ilahi olan Kur'an-ı Kerim ve onun izdüşümü olan hadislerdir ve görünüşe göre diğer bütün fani kelamları ya başkalaşacak, ya da kaybolup gidecektir. Öyleyse lafız ehline düşen, zamana uygun yeni lafızlar ortaya koyup gerçeklerin ve anlamlarının sürekliliğini sağlamaya çalışmak olmalıdır. 
Mevlana hazretlerinin dediği gibi:
"Dün dünde kaldı cancağızım;
Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım…"

4 Kasım 2013 Pazartesi

Kendini Adama Üzerine

Yüce (kabul edilen) idealler hep kendini adamış insanlarla yükselmiş ve etkili olmuşlardır. Kazandıklarını, vakitlerini ya da canlarını feda eden idealistler sayesinde davaları ilerlemiştir. 
Merak uyandıran konu ise nasıl olup da sadece kenarda köşede kalmış, varlık mücadelesi veren insanların değil, çok başarılı, yetenekli ve zengin insanların idealleri uğruna ciddi fedakarlık gösterebildikleri, inandıkları şeyler yolunda başkalarının yapamadığı özveriyi ve bağlılığı ortaya koyabildikleri.
Zannımca, böyle insanların kendilerini adamalarının ardında yatan nedenlerden biri sahip oldukları şeylerin gerçek değerini aramalarıdır. İleri bir zekaya, servete ya da yeteneğe sahip birisi, nasıl dünyevi bir iş yaparsa yapsın, bunun onun ulaşabileceği ya da gerçekleştirebileceği şeylerin çok altında olduğunu hisseder. Çünkü para, makamlar ve çevre gelip geçicidir. Ancak yüce bir ideal, o insandaki yüce şeylerin gerçek değerini ortaya koyabilecek fırsatlar taşır. O yüzden de birçok idealin takipçileri arasında beklenmedik ölçüde güçlü, zengin ya da yetenekli insanları görürüz.
Iman ve Kur'an hizmetleri açısından ise bu husus bir imtihan çekirdeği içinde taşır. Şöyle ki, hizmette temel esas ihlastır; yani, sadece ve sadece Allah'ın (c.c) rızasının amaç edinilmesi, onun dışındaki herhangi bir getirinin reddedilmesi gerekir. Aksi taktirde, hizmetin kabul olmaması hatta insanın başına bela olması bile mümkündür. Bu açıdan da hizmete gönül vermiş fedakar ruhların, neden böyle yaptıklarını bir daha gözden geçirmeleri ve Allah rızası dışında bir gaye ve motivasyon kaynağı tarafından yönlendirilmemiş olmaya çalışmaları gerekmektedir. 
Allahu a'lem. 

9 Mayıs 2013 Perşembe

Manâ-yı Harfî (Bağıl Değer)

Manâ-yı Harfî (Bağıl Değer)

Üstad Hazretleri, Mesnevi-i Nuriye'deki meşhur Katre Risalesinin Mukaddeme'sinde, kırk sene ömründe ve otuz sene tahsilinde öğrendiği külli kaidelerden bahsederken bunlardan birinin Manâ-yı Harfî olduğunu söylüyor.


Mana-yı Harfî, ya da günümüz nesilleri için Bağıl Değer. Bir şeyin değerinin kendisinden değil de, ait olduğu bütünden gelmesi. Bir harfin kendi başına bir anlam ifade etmemesine karşın, kelime içinde değer kazanması. Bir gözün sadece canlı bir vücutta güzel görünmesi; işaret parmağına değil, onun işaret ettiği şeye bakılması. Esasta, yaratılmışa bakılıp, onu Yaratan Zât'a dikkatlerin çevrilmesi manasında, bir müminin düşünme yaklaşımı.

Onu zıt anlamlısı, Mana-yı İsmî, yani her şeye kendi açısından bakılması, arkasında olup bitenden, yaratılış hikmetinden, onu tasarlayıp üretenden bahis açılmaması, her şeyin sadece ve sadece beş duyuya bakan yönleriyle ele alınması.

Birçok risalede olduğu gibi bunlar da sehl-i mümteni, yani kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü sözler. Çünkü ilk bakışta hemen okunup geçilecek, 'tabi ki öyle' denilip, daha derin manaları içeren başka yerler aramaya insanı sevk edecek bir cümle görünümünde.

Halbuki, görüntü böyle algılansa da, Üstad'ın konuyu takdimi bunun aksini söylüyor. Zira, Mana-yı Harfî ve diğer kaideleri, neredeyse bütün hayatının özeti olarak önümüze koyuyor ve tabir caizse ülfetten nasırlaşmış dikkatlerimizi onlara yeniden çekiyor ve 'tekrar bakın; o kadar da basit değil. Teenni ile düşünün' dercesine kırk yıl ömür ve otuz sene tahsilin, küçücük 'dört kelime ve dört kelama' sıkıştırılmış halini bir hap gibi, ilaç gibi, konsantre şurup gibi dimağlarımızın sindirim sistemine bırakıyor ya da bırakmak istiyor.
Peki gerçekten de Mana-yı Harfî meselesi o kadar önemli mi? Ya da şöyle soralım, insanlar mana-yı harfi kaidesini fikir hayatlarının her alanında uyguluyorlar mı? Yoksa, genelde bu mesele es mi geçiliyor? Hatta sadece inançsızlar mı mana-yı ismîyle bakıyorlar kainata? Eğer biz müminler isek, bizim mana-yı harfîyi görmediğimiz durumlara eğilmek, bizim için, inançsızların mana-yı ismîyi esas aldıkları durumlara nazar etmekten daha öncelikli gelir diye düşünüyorum.

Öyleyse gelin birlikte mana-yı harfiyi gözden kaçırdığımız konulardan birkaç örnek verelim:

Fig 1. Doğru manâlardan birkaç örnek
Rabbimiz (C.C): Yüce Rabbimiz, Mana-yı İsmîyle bakılmaya layık tek Zât'tır. Çünkü onun varlığı başka bir şeyin varlığıyla ya da emriyle kaim değildir. O Hayy-ı Kayyûm'dur.

Efendimiz (SAV): Peygamberimiz (SAV) her ne kadar 'gaye ölçüsünde vesile' ise de yine de ona mana-yı harfîyle bakmalı. Öyle olmazsa Hıristiyanlar'ın Hz. İsa'ya manayı ismiyle baktıklarından dalalete girmeleri gibi, Yahudiler'in Hz. Üzeyr'e öyle bakmaları ve bazı mezhep mensuplarının Hz. Ali'ye, bazılarının da insana ilah olarak bakmaları gibi sapık düşüncelere girme ihtimali söz konusu olur. 
Burada istidradi olarak Hz. Ömer'in Hacer-ül Esved'i öperken söylediği 'seni Efendimiz (SAV)'in öptüğünü görmeseydim, vallahi seni öpmezdim' sözüne de değinelim. Burada Hz. Ömer'in Hacer-ül Esved'e mana-yı harfiyle bakıyor ve onun öpülebilirliğini, Efendimiz (SAV)'e bağlıyor. Ancak bunu yaparken, Efendimiz (SAV)'e mana-yı ismiyle yaklaştığı düşünülmemeli, zira Efendimiz (SAV) Kur'an'ın ifadesiyle 'Kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor.' Onun konuştuğu şeyler 'Kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.' (Necm Suresi).

Büyüklerimiz: Büyüklerimizden kasıt, hidayetimize vesile olanlar, bir hizmette başarılı olanlar, Hocaefendilerimiz, Üstadlarımız, ve benzeri muhterem zevat. Bunlara da bazan olduğundan fazla değer vermekle, onlara mana-yı ismîyle bakma yanlışına düşebiliyoruz. Bilmemiz gereken odur ki, onlar sadece bir vesile. Zât-ı Hâdî'nin hidayetinin perdeleri mesabesindeki, paylarına düşen şey sadece Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmedeki hassasiyetleri olan, mana-yı harfîyle bakıldığı müddetçe elleri-ayakları öpülesi değerler. 

Nefis: Bana öyle geliyor ki bunların en gizlisi insanın kendine manayı ismi ile bakması. İnsan çoğu zaman kendi iç dünyasına bakmıyor. Baktığı zamanlarda da genelde sadece kendisini görüyor ve bu onu Rabb'ini unutmaya sevk ediyor. Halbuki insan kendisine baktığında ne kadar aciz, fakir, muhtaç olduğunu bilse, ayrıca kendisindeki güzelliklerin sahibini, onların geçici ve birçok kayıtla mukayyet olduğunun şuuruna varsa o zaman kendisine bir kul olarak bakacak, ve gerçek değerini bularak, kendini Yaratan'a da gerekli saygıyı göstermeye çalışarak değerini artırmaya çalışacak. Yoksa sürekli 'ben benim; Sen, Sen'sin' diyen bir nefsin, 'Sen Rabb-i Rahîm'imsin; ben ise senin aciz bir kulunum' demesini beklemek pek de mümkün olmaz.

Hizmetler ve İbadetler: Hizmetlere, ibadetlere, yapılan güzel işlere de mana-yı ismîyle bakılmaması gerekir. Çünkü hizmet etmek dahil, ibadetlerin tümü, emr-i İlâhî ile ve ondan dolayı yapılır. Maksat Allah'ın rızasının tahsilidir. Bir insanın yaptığı ibadetleri, Allah rızası, emre itaat ve kulluk şuurunu ifadeye yönelik yapılmıyorsa, riya ve süm'a'dan da öte, sadece şeklen yapılıyorsa da mana-yı harfîyle bakılmıyor demektir onlara.

Başarılar: Yapılan işlerde, gerek manevi alandaki görevler, gerekse maddi alandaki görevlerdeki başarılar da mana-yı harfî ile bakılması gereken şeylerdendir. Mesela, bir hatibin, verdiği hutbelerden sonra insanlardaki iyileşmelere, kendi hitabet gücünün eseri olarak bakması bu kabil hatalardandır. Bir doktorun, iyileşmesine vesile olduğu hastaların sayısını kendi hazıkıyetine bağlaması; bir hayır kurumu görevlisinin, insanlara ulaştırdığı yardımlarla tavır ve davranışlarında üstten bakıcılığa yönelmesi, hep bu tür ihsanlara mana-yı ismî ile bakmaktan kaynaklanan yanlışlardır.  Bu yanlışlar, insanı bencillikten kibre, oradan da şirke kadar uzanan bir çizgideki hezeyan ve sapıklıklara itebilecek şeytani düşüncelerdir.

Var edilmişlere mana-yı harfîyle bakmamakla sadece kendi itikadımızı tehlikeye atmıyor, ayrıca onların hoşnutsuzluklarını da celbediyoruz; zira, bir kumandanın taktik ve stratejilerini görmezden gelip, tüm muvaffakiyeti tek bir nefer-i asil'e vermek nasıl o neferi utandırır, sıkar ve rahatsız eder, hem de kumandanın cezasını gerektirir; aynen öyle de mevcudata mana-yı ismîyle baktığımızda da onların nefretini ve Sahib-i Hakiki'nin mücazatını hak ediyoruz demek olur.
***
Yeniden Üstad hazretlerinin, bu konuyu hayatını özetleyen hususlardan olarak sunmasına dönersek, bunun bir abartma olmadığını, aksine birçok kaynağın aynı şeye işaret ettiğini söyleyebiliriz. Birkaç örneğe beraber bakalım:

İlk olarak Kur'an-ı Kerim'e bakalım. Baştan sona bu manayı çağrıştıran ayetlerle dolu olan Kur'an'ın ilk emri olan 'Oku!', 'Yaradan Rabbinin adıyla' kaydı altında veriliyor. 
Saniyen, bir hadis-i şeriflerinde, Efendimiz (SAV), alışverişi bile kendi adına yapma diyor. Nimetin Allah'tan geldiğini bilirsen, evin için aldığın şeyler bile sadaka hükmüne geçer buyuruyor.
Kur'an ve hadisten örnekleri vermekle bitiremeyiz. Bu nedenle, arife tarif gerekmez deyip diğer örneklere geçelim.

Birinci söz sadece Besmele'nin öneminden bahsetmiyor; birçok şeyi izahla birlikte mana-yı ismi'ye karşı bir set çekiyor. Bitkilerden, hayvanlardan alıyor, onlardaki harikaları Rabb'e intisaba bağlıyor; kudret mutfaklarından bahsediyor, orada da mana-yı ismi olamayacağını, Rabb'e bağlanmazsa sebep sonuç ilişkisinin bu kadar karmaşık bir yapıyı yaratamayacağını anlattıktan sonra insanın fiillerine getiriyor meseleyi ve diyor ki ey insan, sen de yaptıklarını kendin yapamazsın. Allah'a dayan, onun adına başla, işle diyor.

Hocaefendinin bütün eserleri, hususan son zamandaki konuşmaları özellikle hep buna karşı. Ben demeyin diyor, biz bile demeyin; sadece O (c.c.) deyin diye tabir caizse gürül gürül vicdanlarımıza sesleniyor.

Yunus da bu konuya değiniyor, ilim kendin bilmektir diyerek.

Netice-i kelam, 
12. Sözdeki filozofun Kur'anın Kur'an olduğunu bilmeden yaptığı yorumların yanlışlığı gibi sen de kendi hakikatini bilmeden yorumlarsan, ya hayvan dersin, ya maymun dersin, ya da Ene ene der ancak bir türlü O'nu bulamazsın.

Burada aklıma takılan bir konu var: Hz. Ali'nin bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum demesinin bununla bir bağlantısı olabilir mi?

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kur'an Harfleri - Elifba Siiri

Kur'an Harfleri
(Elifba Şiiri)

Kur'an Allah kelamı
Sürekli okumalı
Her harfine on sevap
Gelir Mevla'dan cevap

Yirmi dokuz harf vardır
Bağlanarak yazılır
Kenarları yuvarlak
Çok kolaydır okumak

Çift nokta varsa üstte
Ya Kaf olur ya da Te
Kaf'ın vardır kafası
Te'ninse tek bir tası

Üstte üç nokta n'olur?
Ya Se ya da Şin olur
Şin oturur çift dişe
Tas üstünde peltek Se


Altta çift nokta kolay
Bir harf var istersen say
Ye harfi onun ismi
Alfabenin son harfi

Çok, üstte tek noktalı
Dikkalice bakmalı
Boşta ise olur Nun
Zı'dır sapı uzunun

Küçük kafalısı Fe
Ğayn kafası büyükse
Zel bir dirseğe benzer
Ze çizgi altında gezer

Dad bir dudak gibidir
Zı'nın sapsız halidir
Hı'nın bir şapkası var
O her zaman, hep hırlar

Altta tek nokta olan
İki harftir bunu an
Şapkalıysa Cim denir
Yalnız olansa Be'dir.

Elif dosdoğru çizgi
Dal bir bebek dirseği
Ra bir radar gibidir
Mim'in başı eğilir

Vav gülen bir çocuktur
Sin'in kıvrımı çoktur
Sad'ı sanırsın satır
Ha'nın şapkası vardır

Ayın koca kafalı
Boğazdan okunmalı
Tı harfi sanki çekiç
Lam'a su doldurup iç

Kef kah keskin bir kenar
Kah içinde kedi yaşar
He küçük balon olur
Bazan çomak sokulur

Lamelifi bilmeye
Gerek yok söylemeye
Yirmi dokuz harf böyle
Oku, Rabb'in ismiyle





7 Mayıs 2013 Salı

Üç Aylar Şiiri ve Şarkısı

Üç Aylar Şiiri ve Şarkısı

Üç aylar bizi Rabb'e yaklaştırması umulan bir zaman dilimi. Mevla yarlığasın, üç ayları hakkıyla idrak edebilen biri olmasam da, buna muvaffak kılsın diye bir şiir ve çocuk şarkısı ortaya koymaya çalıştım. İnşallah istifadeli olur.


Üç Aylar Şiiri

Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar

Recep Allah'ın ayı
Sakın fevt etme ânı
Regaib ve Mirac var
Temizle günahları

Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar

Şaban ayı Rasûl'ün
Ümmetiyiz o Gül'ün
Beraat'i sakın kaçırma
Olsun senin düğünün

Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar

Hediyedir Ramazan
Değerlendir Müslüman
Kadir gecesi var ya
Değerlidir bin aydan


Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar


Sonra gelir bir bayram
Gönülden gönle selam
Cehennemden azattır
Kalmaz müminlerde gam


Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar

Mevlam nasip eyleye
Üç aylara ermeye
Mübarek vakitlerdir
Yeter bütün seneye


Üç aylar, oruçlar,
Ruha, bedene güç sağlar



25 Nisan 2013 Perşembe

Doğru Telaffuz İçin Özel Yazımlı Sure Ezberleme Sayfası

Doğru Telaffuz İçin Özel Yazımlı Sure Ezberleme Sayfası
Kısa Surelere Atla

Bu sayfada inşallah kısa surelerin doğru telaffuzla Türkçe yazılışlarını bulacaksınız. İsterseniz doğrudan surelere geçebilir ya da aşağıdaki açıklamaları okumakla başlayabilirsiniz.

Sure ezberlemek, insan için özellikle manevi, hem de maddi anlamda hayırlı bir iş olsa gerektir. Zira, cennette Kur'an ayetleri sayısınca mertebe olduğunu söyleyen alimlere göre insan Kur'an-ı Kerim'den ezbere bildiği ayet sayısına göre bir mertebeye yerleştirilecek, ve bunun sonucu olarak hafızlar Cennet'in en üst katında yaşayacaklardır.


Elbette, Kur'an-ı Kerim ezberlemek, bir insanın aşacağı manevi mesafelerin en başında değildir. Çocuk eğitiminde de anne-babalar ve terbiyeciler, çocuklara Kur'an-ı Kerim ezberletmekle terbiyeye başlamakta hata ediyorlar. Zira çocukların ilk öğrenmesi gereken şey, Allah'ın varlığı, hayatın gayesi, Allah'a itaatin ehemmiyeti gibi çok temel konular olması gerekirken, anlamını bilmedikleri sureleri, bilmedikleri bir nedenden dolayı ezberlemek olarak kendilerine sunulunca, müslümanlığın hayata hayat kılınması zorlaşıyor ya da iyi ihtimalle gecikiyor. Her neyse konumuz bu olmadığı için bunun üzerinde daha fazla durmayacağız.


Sure ezberlemeyi kolaylaştırmak, ancak bunu yaparken de Türk Dili ile Kur'an Dili arasındaki farklılıkların doğru okumayı zorlaştırıcı etkisini azaltmak, ya da daha doğru ezber yaptırmak adına benzerlerinden biraz farklı bir transkripsiyonla surelerin okunuşlarını vermeye çalışacağız. İlk başta biraz farklı gelse de, sureler ezberlenirken öncelikle transkripsiyon kurallarının okunması ve ses dosyalarının dinlenmesi, inşallah bu maksadı hasıl edecektir. 


Sa'y bizden, tevfik Allah'tan (c.c.)...


Transkripsiyon Kuralları

s         : س Sîn harfi
s         : ث Peltek se harfi
S         : ص Sad harfi
t         : ت Te harfi
t         : ط Tı harfi
h         : هه He harfi
h         : ح Ha harfi
x         : خ Hı harfi
z         : ز Ze harfi
z         : ذ Zel harfi 
Z         : ظ Zı harfi
İ, U, E  : ا Elif harfi
A, İ, U  : ع Ayn harfi
ğ         : غ Ğayn harfi
d         : د Dal harfi
D         : ض Dad harfi
q         : ق Kaf harfi
k         : ك Kef harfi
w        : و Vav harfi (Türkçe'deki v sesinden farklı olduğu için w ile yazılacak)
!         : عْ Cezimli ayn harfi
*         : اْ /ءْ Cezimli elif/hemze 

â, î, û        : Bir elif miktarı uzatma ifade eder. Uzatma işareti yoksa uzatma yapılmamalıdır.

ââ, îî, ûû    : Dört elif miktarı uzatma ifade eder. 
^y, ^w       : y/w sesi üzerinde iki ila dört elif miktarı kadar durulmalı demektir.
mm, yy, nn, ww : bu harfler iki defa okunurken üzerlerinde bir elif miktarı durulmalıdır.
ll, rr           : bu harfler iki defa okunmalı ancak uzatılmamalıdırlar
ı, ü             : Kur'an-ı Kerim okurken bu iki sesi kullanmamalıdır; çünkü, Kur'an dilinde bu sesler mevcut değildir.

Diğer harflerin telaffuzu Türkçe'deki seslere benzer olduğu için özel bir transkripsiyonla yazılmayacaktır. 


Bismillâhir rahmânir rahîm



17 Mart 2013 Pazar

Ruhsuz Namaz Neye Benzer?

Ruhsuz Namaz Neye Benzer?


Geçenlerde namazın ruhsuz kılınmasının insanı kurtarıp kurtarmayacağıyla ilgili, kulağıma ilginç bir benzetme geldi.

Malumunuz, namazın ruhsuz kılınması, yani huşu'dan, hudu'dan, tadil-i erkan'dan ve ihsan şuurundan yoksun bırakılması, namazın insan için kurtuluş vesilesi olma hususiyetini ortadan kaldırma riski taşıyor; hatta, insan için bir helaket vesilesi bile olabiliyor, kılanın durumuna göre.

Ancak bunu akla yaklaştıran bir örneği geçenlerde duydum, hoşuma gittiği için buraya alıyorum:

Ruhsuz namaz, sadece hareketten ibarettir. Bunun ise insana kazandıracağı şey de olsa olsa bedensel olur. Aynen bilgisayarda program yazan birinin, bütün komutları, tanımları ve işlemleri yazması, daha doğrusu bunları oluşturan bütün karakterleri klavyede tuşlaması gibidir namaz kılmak. Ancak bilgisayara elektrik gitmiyorsa, yani bilgisayar kapalıysa, sizin klavyenin tuşlarına basmış olmanızın, hiçbir sonuç vermeyeceği gibi; ruhsuz namaz da hiçbir (önemli/uhrevi) sonuç vermeyecektir. 

Allah (cc) bizleri namazlarını tastamam ikame eden kullarından eylesin.

27 Ocak 2013 Pazar

Mohammad Lee (Mohammad Li)

Mohammad Lee (Mohammad Li)

They say Mohammad is the most popular male name in the world; and, Lee (or Li) is the most popular last name.


I know this is not Islamic or scientific, this preference has a very nice meaning. That is, when you spell Mohammad Lee in Arabic, it looks like this:
محمد لي
This sentence translates into English as: Mohammad is mine, or something like that, which Allah (c.c) shows people that Our Prophet (pbuh) is his most beloved through the choice as if he inspires them to make it.

Like I said, this is nothing to be taken religiously or scientifically, but I think is a very nice coincidence.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Kandil Gecesi İbadet Programı

Kandil Gecesi İbadet Programı
Kandil Gecesi Ne Yapmalı? 1 Saatlik Kandil Programı

Kandiller, Müminler için bir yenilenme ve arınma vesilesi olagelmişlerdir. Bu gece neler yapabiliriz diye düşünenler, sonra da bir şey bulamadığını sanıp geceyi boş geçirenler de yok değildir. 

Mevlid Kandili'ne özel olarak neler yapılabilir diye düşünüp kendi nefsimi aşabildiğim kadarıyla bir program önerisi hazırlamaya çalıştım. Benim gibi aciz birinin Efendimiz (SAV)'in doğduğu günü, ya da mübarek üç aylardaki kandilleri tebrik etmeye çalışması ne kadar cür'etkârâne ise de mecburen bir şeyler ortaya koyma gayreti göstermem gerektiği de bir gerçek. Program aşağıda:


1 Saatlik Mevlid Kandili Programı
  • İstiğfar - 100 Defa (10-15 Dakika)
    اَسْتَغْفِرُاللّهَ الْعَظِيمِ يَا مَالِكَ الْمُلْكِ الْقَدِيمِ صَلِّ وَسَلَّمْ عَلَي سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ بِعَدَدِ عِلْمِكَ وَبِعَدَدِ مَعْلُومَاتِكَ

    Estağfirullah el azîm. Yâ mâlikel mülkil kadîm. Salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedivve alâ alihî ve sahbihî ecmaîn. Bi adedi ilmike vebi adedi ma'lûmâtike.

    Ey büyüklere büyüklük veren Azîm rabbimiz, sana istiğfarımızı sunuyor, bağışlanma diliyoruz. Sen bütün kainatın ezelden ebede sahibisin. Senin ilmin ve bildiklerin sayısınca salat ve selam Efendimiz Muhammed'e, âline ve tüm ashâbının üzerine olsun.

  • Kur'an-ı Kerim (10 Dakika)
    Muhammed Suresi (47. Sûre - 4 sayfa)
  • Salat-ü Selam 10 defa (15-20 Dakika)
  • İbadet (Geri kalan vakitte)
    Kaza Namazı
  • Dua Gönlünüzden geçen halisane bir dua
  • SadakaGönlünüzden ne kadar geçerse
  • Extra
    Çocuklarınızın Mevlid Sahibini (SAV) sevmeleri için evinize bir doğum günü pastası götürebilir ve Efendimiz'in (SAV) doğum gününü kutlayabilirsiniz.

    Bir yeni sure ezberleyebilirsiniz.

    Birkaç hadis-i şerif ezberleyebilirsiniz.
***
Rabbim bizi Efendiler Efendisinin (SAV) şefaatine nail eylesin. Kendisine layık bir kul, O'na (SAV) da layık bir ümmet eylesin. Dünyanın yüzünü bir kere daha O'nun (SAV) temsil ettiği hidayetle güldürsün. Amin, ya Muîn. Velhamdü lillahi Rabbil alemin, ve sallallâhu alâ nebiyyinel emîn.

20 Ocak 2013 Pazar

Muhammed Lee (Muhammed Li)

Muhammed Lee (Muhammed Li)

Bir rivayete göre, dünyada Muhammed ismini taşıyan insanların sayısı, başka bir ismi paylaşan insanların sayısından fazla. Yani en çok tercih edilen erkek ismi Muhammed. En popüler soyadı ise Lee.

Çok imani olmasa da, insanların yukarıdaki isim tercihleri çok güzel bir tevafuku içinde barındırıyor. Şöyle ki, Muhammed Lee ismini Arapça olarak yazarsak aşağıdaki gibi bir ifade ortaya çıkıyor:
محمد لي
Bunu Arapça'dan Türkçe'ye tercüme edecek olursanız "Muhammed benimdir" gibi bir manaya geliyor ki, sanki Allah (c.c) insanlara ilham ettiği isim tercihleriyle, Efendimiz (SAV)'in kendi habibi olduğunu gösteriyor.

Başta da söylediğim gibi, imani bir mevzu değil ama yine de güzel bir tevafuk.