Lafızlar, yani söylenen ya da yazılan şeyler, anlamları taşıyan zarflar veya kutucuklardır. İçi boş kutunun bir değeri olmadığı gibi, kutulanmayan anlamların da paylaşılabilirliği söz konusu olmaz. O yüzden kelimelere büyük önem verilmiş, kelime hazinesi düşünme gücünün bir kıstası sayılmış, hatta bazı milletler dillerindeki kelime sayısıyla övünegelmişlerdir.
Ne var ki, bazı kelimeler, zamanla taşıdıkları anlamları yitirmiş, bozulmasına engel olamamış ya da kendileri de kaybettikleri anlamlarla birlikte yok olup gitmişlerdir. Bunlar içinde en acı olanı ise sehl-i mümteni, ya da çok veciz olarak kullanılmış lafızların içine atıldığı durumdur.
Zaman içinde ve farklı nedenlerle anlamdan mahrum kalmasına rağmen hala kullanımda olan öyle çok lafız vardır ki bunlardan bir kule yapılması mümkün olsa da anlamsızlık rüzgarıyla yıkılması işten bile değildir. Hatta bu aşırı derecede zayıflamış ancak güzel görünümlü kutucuklar, taşımaları gereken manaların yerini o denli almışlardır ki, onların içini tekrar doldurmaya kalkışanlar ya ciddi bir tepkiyle karşılaşır, veyahut o kelimelerin ne kadar istidat kaybına uğradığına şahit olup hayal kırıklığına uğrarlar.
Zamana bu ölçüde sürtünüp aşınmaya uğramayan yegane lafız, sadece lafz-ı ilahi olan Kur'an-ı Kerim ve onun izdüşümü olan hadislerdir ve görünüşe göre diğer bütün fani kelamları ya başkalaşacak, ya da kaybolup gidecektir. Öyleyse lafız ehline düşen, zamana uygun yeni lafızlar ortaya koyup gerçeklerin ve anlamlarının sürekliliğini sağlamaya çalışmak olmalıdır.
Mevlana hazretlerinin dediği gibi:
"Dün dünde kaldı cancağızım;
Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım…"