10 Kasım 2013 Pazar

Duyuların Görevi

Bediüzzaman Hazretleri 11. Sözde, insana verilen cihazların iki gorevinden bahsederken, bunlardan ilkinin 'Gerçek Nimet Verici' olan Allah'ın bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini hissedip şükür ve ibadetini etmek olduğunu söylüyor.
Bu cihazların maddi olanlarına duyularımız diyecek olursak, ve duyularımızla sadece helal şeyleri algılamaya iznimiz olduğunu da akılda tutarak, insanın bütün helal şeylerden tatma mesabesinde bile olsa istifade etmesi ancak bunu da şükür amaçlı yapması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Demek ki, maymun iştahlılığa girmeden ve açgözlülük göstermeden, helal şeylere surat ekşitmemeli, ve onları en azından denemeliyiz. Bunu yaparken de maksadımız Rabbimizin bir başka nimetine şükretmek olmalı. 
Mesela, bir insan tropik meyveleri sevmese bile kendine ikram edildiğinde şükür maksatlı olarak tadına bakmalı ve bu kadar çeşidi bize sunan Rabbe şükretmelidir. 
Üstad bir de manevi cihazlara dair bir şey söylüyor ki onu da nasip olursa başka zaman ele alalım inşallah.  

6 Kasım 2013 Çarşamba

Anlamını Kaybeden Lafızlar

Lafızlar, yani söylenen ya da yazılan şeyler, anlamları taşıyan zarflar veya kutucuklardır. İçi boş kutunun bir değeri olmadığı gibi, kutulanmayan anlamların da paylaşılabilirliği söz konusu olmaz. O yüzden kelimelere büyük önem verilmiş, kelime hazinesi düşünme gücünün bir kıstası sayılmış, hatta bazı milletler dillerindeki kelime sayısıyla övünegelmişlerdir. 
Ne var ki, bazı kelimeler, zamanla taşıdıkları anlamları yitirmiş, bozulmasına engel olamamış ya da kendileri de kaybettikleri anlamlarla birlikte yok olup gitmişlerdir. Bunlar içinde en acı olanı ise sehl-i mümteni, ya da çok veciz olarak kullanılmış lafızların içine atıldığı durumdur. 
Zaman içinde ve farklı nedenlerle anlamdan mahrum kalmasına rağmen hala kullanımda olan öyle çok lafız vardır ki bunlardan bir kule yapılması mümkün olsa da anlamsızlık rüzgarıyla yıkılması işten bile değildir. Hatta bu aşırı derecede zayıflamış ancak güzel görünümlü kutucuklar, taşımaları gereken manaların yerini o denli almışlardır ki, onların içini tekrar doldurmaya kalkışanlar ya ciddi bir tepkiyle karşılaşır, veyahut o kelimelerin ne kadar istidat kaybına uğradığına şahit olup hayal kırıklığına uğrarlar.
Zamana bu ölçüde sürtünüp aşınmaya uğramayan yegane lafız, sadece lafz-ı ilahi olan Kur'an-ı Kerim ve onun izdüşümü olan hadislerdir ve görünüşe göre diğer bütün fani kelamları ya başkalaşacak, ya da kaybolup gidecektir. Öyleyse lafız ehline düşen, zamana uygun yeni lafızlar ortaya koyup gerçeklerin ve anlamlarının sürekliliğini sağlamaya çalışmak olmalıdır. 
Mevlana hazretlerinin dediği gibi:
"Dün dünde kaldı cancağızım;
Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım…"

4 Kasım 2013 Pazartesi

Kendini Adama Üzerine

Yüce (kabul edilen) idealler hep kendini adamış insanlarla yükselmiş ve etkili olmuşlardır. Kazandıklarını, vakitlerini ya da canlarını feda eden idealistler sayesinde davaları ilerlemiştir. 
Merak uyandıran konu ise nasıl olup da sadece kenarda köşede kalmış, varlık mücadelesi veren insanların değil, çok başarılı, yetenekli ve zengin insanların idealleri uğruna ciddi fedakarlık gösterebildikleri, inandıkları şeyler yolunda başkalarının yapamadığı özveriyi ve bağlılığı ortaya koyabildikleri.
Zannımca, böyle insanların kendilerini adamalarının ardında yatan nedenlerden biri sahip oldukları şeylerin gerçek değerini aramalarıdır. İleri bir zekaya, servete ya da yeteneğe sahip birisi, nasıl dünyevi bir iş yaparsa yapsın, bunun onun ulaşabileceği ya da gerçekleştirebileceği şeylerin çok altında olduğunu hisseder. Çünkü para, makamlar ve çevre gelip geçicidir. Ancak yüce bir ideal, o insandaki yüce şeylerin gerçek değerini ortaya koyabilecek fırsatlar taşır. O yüzden de birçok idealin takipçileri arasında beklenmedik ölçüde güçlü, zengin ya da yetenekli insanları görürüz.
Iman ve Kur'an hizmetleri açısından ise bu husus bir imtihan çekirdeği içinde taşır. Şöyle ki, hizmette temel esas ihlastır; yani, sadece ve sadece Allah'ın (c.c) rızasının amaç edinilmesi, onun dışındaki herhangi bir getirinin reddedilmesi gerekir. Aksi taktirde, hizmetin kabul olmaması hatta insanın başına bela olması bile mümkündür. Bu açıdan da hizmete gönül vermiş fedakar ruhların, neden böyle yaptıklarını bir daha gözden geçirmeleri ve Allah rızası dışında bir gaye ve motivasyon kaynağı tarafından yönlendirilmemiş olmaya çalışmaları gerekmektedir. 
Allahu a'lem.