Gafleti Dağıtacak Bir İntibah-ı Ruhi
Bir zaman yüksek bir dağ başındaydım. Gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhî vasıtasıyla, kabir tam mânâsıyla, ölüm bütün çıplaklığıyla ve zeval ve fenâ ağlattırıcı levhalarıyla bana göründü.
Bir zaman yüksek bir dağ başındaydım. Gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhî vasıtasıyla, kabir tam mânâsıyla, ölüm bütün çıplaklığıyla ve zeval ve fenâ ağlattırıcı levhalarıyla bana göründü.
İkinci
Şua'nın Üçüncü Meyve'sini okumaya devam ettiğimiz zamanlarda, teenni
ile okuma sırrınca her meseleyi anlama gayreti içinde olmak gerektiği
düşüncesi, bu gayrete Yüce Mevla'nın lutfettiği mana açılmaları ile daha
da bir şevk bulmaya başlamıştı, lillahil hamd. Başlamıştı başlamasına
ama, her bir kapalı mana için de teenninin ucunu kaçırmamak gerekiyordu.
Yani her bir mesele ciddi bir düşünce cehdi gerektiriyordu.
İşte
bu cehdi isteyen ifadelerden bir başkası, serlevha yapılan cümledeki,
"gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhi" ifadesi idi. Yine birçok başka
ifade gibi bu da üzerinden geçilegelen bir tümceydi ancak biraz dikkatle
bakınca bu halin ne olduğunu anlamak gerektiği de hissediliyordu. Evet,
Üstad Hazretlerinin kendi seviyesinde gaflet diye tanımladığı hali
dağıtabilecek bir intibah-ı ruhi ne olabilirdi?
Öncelikle
Üstad'ın gafleti ne olabilir sorusuna cevap arayalım. Gaflet, kelime
manası itibarıyla uyku veya aymazlık demek. Istılah (terim) manası ise
kulun Rabb'in emir ve yasaklarından uzaklaşıp, nefsin güdümüne girme
gibi bir manaya geliyor. Üstad hazretlerine hüsn-ü zannımız bir yana,
seksen küsür yıllık mübarek hayatının da şehadetiyle bizim gibi avamın
gafleti olmayacağını düşünerek, bunun olsa olsa, biraz köşeye çekilip
artık kendini inziva ile ibadet-ü taate salma, hayatın içinden biraz da
olsa geriye adım atıp, şahsi kemalat ile meşgul olma düşüncesinin,
Üstad'ın ufkunda geçici bir bulutlanma meydana getirmiş olabileceği
kanaatine varıyoruz. Bizim gibiler için bir seviye atlama sayılabilecek
bu tür bir düşünceyi, Bediüzzaman ayarındaki zevat kendileri için bir
fikir kayması kabul etmiş ve kendilerini sıyırdıklarında hemen istiğfara
girişmişlerdir.
Peki Üstad hazretleri bu 'gaflet'ten nasıl kurtuluyordu? Serlevha'daki ifadeden bunun evvelâ bir rabıta-i mevt merkezli bir tefekkür olabileceğini çıkarabiliriz. Zira Üstad, gafletini dağıtan intibah-ı ruhi vasıtasıyla kabir ve ölümle ilgili müşahadelerde bulunduğunu ifade ediyor. İhlas risalesinde de önemle belirttiği gibi rabıta-i mevt, yani ölüm hakikatinin sürekli hatırda tutlması haliyle yaşama ya da hayatı ölüm hakikatine göre düzenleme, ihlası kazandıracak sebeplerin başında geliyor. Bu da bid'at falan değil, doğrudan Efendimiz (SAV)'in nurlu beyanlarından alınmış bir yöntem. Dolayısıyla yorum bile değil; gerçeğin ta kendisi.
Akla gelen bir başka ihtimal de bahsi geçen gaflet dağıtıcının 'namaz tesbihatı' olabileceği yönünde. Üstad hazretleri, Emirdağ Lahikası başta olmak üzere eserlerinde Risale-i Nurun ekser hakikatlerinin namaz tesbihatı sırasında görünür olduğunu belirtiyor. Buna ek olarak namazIarın ardındaki "Sübhanallah", "Elhamdülillah" , "Allahu Ekber’in" de hikmetini nazara veren 9. Söz; sabah ve akşam namazındaki kelime-i tevhid'in okunması sırasında ilham olunan 20. mektupta; "elfü elfi salatin..." lerin bir meyvesi olan 28. Lem’a daki güzel bahis ve benzeri birçok risale tesbihatın önemini anlatıyor bizlere.
"Peki hangisi?" diye soranlara "Neden ikisi birden olmasın?" desek acaba haddi tecavüz sayılır mı? Biri birine engel değil aksine destek olan, birincisi hayatın her anında, ikincisi günde en az 5 defa gündemimizde olması gereken bu iki dinamiği herhalde hayatımızın her köşesine işlemek bizlerin de gafletten Allah'ın inayetiyle kurtulmamıza vesile olabilir diyebiliriz.
Elbette bunu derken, çevremizde gaflette olduğunu gördüğümüz (!) insanlara bunları dayatalım dememek gerekir. Başkasının gaflette olduğunu görmek su-i zannına girmeden, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker vazifesi yapmak istiyorsak, bunun için uygun zaman, zemin ve yöntemi ayrıca düşünüp istişare etmek gerekir, ki bu yazının kapsamı dışında kalır.
Yazımızı bir namaz kaçırdığı için üzüntüsünü ancak nazmıyla ifade edebilen Sultan 3. Murad'ın şiiriyle bitirelim. Rabbimiz bizi gafletten muhafaza buyursun:
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder